top of page

Bir Afşin Kum Romanı: Sıcak Kafa'yı İnceliyoruz


Afşin Kum ve kitapları.
Afşin Kum ve Kitapları

Afşin Kum ve Sıcak Kafa Romanı


Afşin Kum… İzmir doğumlu, mühendis, Türk bilim kurgu yazarı. Hayatın, her zaman olduğu gibi, yazarlar ve yazılanı yazanlar, kısaca okurlar, arasında karşılıklı ilişki sürdüğü 2016 yılında, yazarımız bu alışverişin diğer tarafına geçmek için bir hamlede bulunmuş. Ben de ne şanslıyım ki konfor alanımı çok da zorlamadan yirmi iki yıldır yaptığım gibi, bahsettiğimiz alışverişin alıcı konumundan sekiz yıl önce basılan kitabımızın sayfaları arasında önce kitabı, sonra kendimi anlamaya gayret ettim. İkincisi için kendisinin biraz çetin ceviz çıkması sebebiyle çok yol kat edemesem de, birincisi için neler anladığıma, neleri anlamadığıma ve neleri anlamadığımdan da aslında neleri anladığıma bu inceleme yazısında yer vermek istedim. Ateş, korku, ümitsizlik, salgın, hastalık, karantina, dil sözcüklerinin zihnimizde belirdiği o roman; Sıcak Kafa.


1. Kısım: ARDS mi? Alıcı Afazi Mi Demeliyiz?


‘Kafamın içindeki bu zehirle yaşamak ve onu herkesten gizli tutmak zorundayım.’


Televizyonun karşısındaki köşe tamlamasıyla başlayan bu kitapta, başlar başlamaz kendimizi ütopik bir evrene bıraktığımızı anlıyoruz. Bilim kurgu türüne hayli mesafeli olarak bu inceleme yazısını yazıyorsam bu kitabı o kadar da bilim kurgu görmeyişimden olsa gerek. Bu kitabı okurken sanki ben gerçekten de televizyonun karşısındaki köşede oturuyorum -ki düşünmemek için en ideal köşelerdendir- bir haber kanalı açmışım ve haber kanalındaki muhabir, bulunduğum yerden çok uzak bir yerde yaşanan edinilmiş akıl yürütme yoksunluğu sendromu denilen bir hastalığı anlatıyor, ben de merakla, meraklı değilimdir, mutfağa geçip anneme panikle olayı anlatıyorum, panik yaşayacaksak hep birlikte yaşayalım, yaşayalım ki bir şeyi tek başıma yaşamış olmanın ağırlığı altında ezilmeyeyim.


Kitabımızın 115. sayfasında göz göze geldiğimiz bu sendrom, aslında ütopik olmayan bir evrene ait. Psikoloji literatürüne pek de az sayılmayacak bir zaman önce giren alıcı afaziden bahsediyoruz aslında. Alıcı afazide konuşmaları genellikle konuşmanın bağlamının dışında, uydurma sözcükler içeren (neolojiler) veya nesnelerin adlandırılmasında yapılan hataları içeren (parafaziler), adlandırmada yaşanan sorundan dolayı nesneyi anlatırken dolaylı uzun şekilde betimleyerek anlatıma sahip bir konuşmadır. Bu bireylerde geri bildirim mekanizması etkilendiğinden hata farkındalığı yoktur, konuşmalarındaki yanlışları düzeltemezler (Tekin, 2022). Yani ARDS’den tek farkı, kitleler halinde görülmemesi, yani bulaşıcı olmaması. Afazinin doğal sonucu olarak da parafazi ortaya çıkıyor. Kitabımızdaki hastalar, sözsel parafazi denilen, var olan kelimelerin yanlış yerlerde kullanılması durumunu yaşıyor. Kitapta bu parafazi abuklama olarak geçiyor. Özetle çok ütopik olmayan bir evrenden merhaba diyor yazar bize.


2. Kısım: Abuklarla Konuşma Değil, Abukları Anlama!


‘Siz kendinizi dış dünyaya ne kadar kapasınız da kimden geldiği belli olmayacak şekilde bir saldırıya uğrayabilirsiniz. Üstelik bu, cezasız kalabilir. Bu olasılıkla yaşamayı öğrenmek zorundasınız.’


Bu kitapta abuklarla konuşmamanız gerek. Size bir şey söylerlerse aniden oradan uzaklaşmanız gerek. Hatta size bir şey söyleme ihtimalinin ortadan kalkması için kulaklıkla dolaşmanız gerek. Mümkün olduğunca evden çıkmamanız, sosyal medya haber içeriklerine maruz kalmamanız gerek, işaret diliyle iletişim kursanız bile. Nedeni ise çok ürkütücü. Anlamamanız için… Anlamak, anlaşılmak, anlamamak üçlüsünde hangisine daha çok önem atfediyorsunuz bilmiyorum fakat bildiğim tek şey Dostoyevski’nin dediği gibi; anlamamanın anlamaktan daha zor olduğu. Bu kitaptaki devlet yönetimi, halk, ağaçlar, çocuklar, kuşlar hepsi anlamamanın boyundurluğu altına giriyor. Abuklar, kendi kaderlerine bırakılıyor. Abuk, abuğa kırdırılıyor. Abuk hastaya ekmek ya da su mu götüreceksiniz, kapısının önüne koyun ve kaçın. Size bir şeyler anlatmak isteyebilir. Markette abuk biriyle mi karşılaştınız, ihtiyaçlarını bile almasına izin vermeden çığlık çığlığa gerekli ekipleri çağırın. Size bir şeyler anlatmak isteyebilir. Daha kötüsü, siz bu anlatılmak isteyenleri anlayabilirsiniz. Anlama isteğini gösterebilirsiniz, ki bu fena olur. Ya anlasaydınız, kendinizi onun yerine koysanız, dünyanın sadece sizin dünyanızdan ibaret olmadığının farkına varsaydınız, ardından gelen büzülmüşlük hissiyle nasıl başa çıkabilirdiniz? Dinlemenin ötesindeki duvarları küçük bir güçle devirip, anlamanın insanı yücelten, büyüten, sakinleştiren topraklarına girseydiniz, yabancılık çekip alıştığınız topraklara dönmenin deli dehşet arzusu, sılanızın size çektireceği ıstıraba nasıl katlanabilirdiniz? Birini anlamanın promosyonu olarak gelen ona eşlik etme dürtüsünü sağlıklı bir şekilde nasıl yönetebilirdiniz?


Kitap benim cevap veremeyip, soru işaretiyle bıraktığım tüm sorulara karakterleriyle cevap veriyor. Sırasıyla cevaplar: çıkamazdık, katlanamazdık ve yönetemezdik. Bu kitaptaki karakterler bunu yapıyor. Anlamanın yakınından bile geçmiyorlar. Amaçları belli tabii, hasta olmamak. Abuklar, abuk olmasaydı her şey çok farklı olacakmış gibi. Dinleyip, anlayıp hoş sohbet edeceklerdi fakat hastalanma korkusuyla bunlardan mahrum kalmışlar gibi. Her soruya cevap bulduğumuz karakterlerimizden üç soruya o kadar da cevap çıkmıyor kitapta.


‘’Neden sürüncemeye zerre kadar şefkatiniz yok, neden her türlü engebenizi benim keselememi bekliyorsunuz? Siz, daha kaç yardımcı doçentin sıkıntıdan beygitleşmesine müsaade edeceksiniz?’’



3. Kısım: ARDS Günlerinde Aşk!


‘Bunu hissediyorum, ki ben normalde pek bir şey hissetmem. Şimdi hissediyorsam bir hikmeti vardır.’


Çekingen, hafif asabi, hastalıkla ilgili her şeyi kafasında çözmüş, izole karakterimiz Murat Siyavuş, yeniden hayata karışıyor ve Şule’yi görüyor onun tarzıyla. Hastalığa yardım etme ümidiyle Şule, Viktor, Murat, Esra hep birlikte bir deneye girişiyorlar. Murat’ın burdaki motivasyonu, iyileştiği (!) için hastalığa katkı sağlayamamasının vicdan azabını çekmemek ve Şule oluyor tabii ki. Sonunda kader onları kavuşturuyor. Seviyeli fakat güzel bir arkadaşlık kuruyorlar. Kıskançlık hissedilse de dile dökülmüyor. İkisinin de birine bir şey olacak diye endişe duyduğu bir aşk oluyor. Sonunda oluyor da. Her aşk gibi sevgisizlikten değil, sevilirken alıyorlar yaralarını. Sevgiden mahcup oluyorlar. Tekrardan hastalanan karakterimiz Murat Siyavuş, can havli soluğu sevgilisinin yanında alan Şule’yi hasta ediyor. ‘’Bana hastalığı bulaştırdın, neden yaptın bunu?’’ nidalarıyla aşk yaşadıkları evden ayrılıyor Şule. Her aşkın doğasında olduğu gibi bencil davranıyor. Murat’ın hasta olduğunu fark etmiyor. Kendi hastalığına odaklanıyor, korkuyla çıkıyor. Yanında kalmak için ‘elinden geleni’ yaptığı Murat, onun zehri oluyor. Kader tekrar karşılaşmalarına izin veriyor tabii, hangi aşkta öyle olmaz ki? Hiçbir şey söylemiyorlar birbirlerine, bir şey söylemeye gerek duymuyorlar. Sarılıyorlar. İşte o an, sonsuza kadar birlikte olacaklarını anlıyor Murat. Sonsuzluk bir şaka olmaktan çıkıyor çünkü.


4. Sonuç


Kitabı okurken olaydan çok Murat karakterini anlamayı tercih ettim. Murat, derin bir karakter. Derya’sı var, Şule’si var, Özgür’ü var, annesi var. Az ama derin bağları var. Derin acıları var, derin heyecanları olmasa da. Televizyon başında sorgulayan bir zihni var. Annesinin rahatsız oluşundan rahatsız olan, çaresiz bir hali var. Eleştirileri var, bıkmışlığı var. Çabasızlığı ve çabası aynı anda var. Beklentisi var böyle bir beklentisizliğin içinde. Ön görüsü var, inandıkları var. Umudu var, böylesine bir umutsuzluk hissederken. Aşkı var, sevgisi var, dostluğu var. Pişmanlıkları var, ateşi var böylesine bir yangının içinde. Diğer hiçbir karakteri derin bulamadım. İstemedim de. Sevilmeye bu kadar aç bu karakterimizin sevgisini bölüştürmekten korktum sanırım. Elinden geleni yaptı Murat benim için. Roman boyu çizgisini bozmadı. Derinliğinden bir şey kaybetmedi. Neyse o olmaya devam etti. Sınır çizdi, eğri büğrü olmasına aldırmadan. Tezatlarla yanılgılar arasında dolaştı, kendini kaybetmeden. Kitabı elime aldığımda ısıttı içimi. Aksi de olabilirdi. Bağ kurduysam değişmezdi bende.


Özetle, kitaplığıma koyarken Murat’ı düşündüğüm bir kitap oldu benim için, ki ben normalde bir şey düşünmem. Yazarla tanıştığım için, uzak hissettiğim bilim kurgu türüne benden taraf bir adım attığım için mutluyum. Yazarı tebrik ediyor, incelememi kitaptan en sevdiğim alıntı ile bitiriyorum. 


‘’Bir yerde bir sınır çizmen gerekecek ve hiç kimse bunun düz bir sınır olacağının garantisini veremez. Çoğu sınır eğri büğrüdür. Hiç haritaya bakmadın mı sen?’’




KAYNAKÇA:

 

Tekin, A. (2022, Kasım). Afazi nedir? afazi terapisi ve çeşitleri. Aleyna Tekin.

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating
Sarma Dergileri

Sosyal Medyada

Mucizelere Tanık Olabilirsiniz

  • Instagram
  • LinkedIn
  • Facebook
  • Twitter

Mucizelere İnan

Gerçek Olsunlar

Her alandan yazarların buluştuğu Mucize Dergi'de hikayeler, makaleler ve ilham dolu içeriklere göz atın. Kendi yazınızı payla

© 2025 by Mucize Dergi

Moda yayılır

Yolculuğumuza Siz de Dahil Olun!

Mucize Dergi’de her fikir değerli, her ses duyuluyor. Aramıza katılın ve bu yolculukta birlikte yürüyelim!

Aramıza Katıldığınız için Teşekkürler :)

bottom of page